GÜNEY KORE’nin KISA HİKAYESİ (2)
- Haluk Selvi
- 11 Haz 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 17 Şub
Geçen sayıdaki yazımızda Güney Kore’nin Türkiye ile arasındaki muazzam ekonomik farkı, 1980’li yıllara girerken nasıl kapattığına değinerek bitirmiştik.
1979-1980 yılları her iki ülke için de askeri darbeler dönemidir. Güney Kore, askeri rejime başka bir isim ile devam edecek (1979-1987 Chun Doo-hwan rejimi), Türkiye ise 1980 Darbesi sonrasında, 1983 yılında seçime gidecektir. Her iki ülke de 1970’lerin sonunda parlayan neo-klasik ekonomik modeli benimseyecek ancak Güney Kore, Türkiye’nin aksine planlı ekonomi yönetimi (ve Chaebol sistemi) ile liberal ekonomik politikaları başarı ile sentezleyecektir.
1980’lerin başında ilk 10 Chaebol’ün ürettiği katma değer, Güney Kore GSYH’nın yaklaşık %20’sine ulaşmıştır. 1980’lerde Güney Kore, Türkiye’nin aksine, önemli tutarda uzun vadeli dış krediler sağlayabilmekte ve bu kredileri ısrarla sanayi kapasitesinin büyütülmesi ve üretim tekniğinin geliştirilmesi için kullanmaktadır. 1980’li yıllar Güney Kore için özellikle otomotiv, inşaat makineleri, dizel motorlar, gemi ve tersanecilik ürünleri ve elektrikli aletler üretiminin payının arttığı bir dönem olmuş, bu atılım büyük ölçüde yüksek kalite ve makul fiyata sahip Japon ürünlerinin kopyalanması ve daha sonra “reverse engineering” ile aslına yakın bir şekilde üretilmesi ile sağlanmıştır. Güney Kore’nin 1980’lerde büyük ölçekli ürettiği ürünlerin bazılarının (örneğin dizel motorlar ve ağır inşaat makineleri) ülkemiz tarafından 2017 yılında dahi büyük ölçekte üretilmediğini not düşelim.
1990 yılına geldiğimiz zaman Dünya Bankası verilerine göre Türkiye’nin 150.7 milyar USD GSYH rakamına karşın, Güney Kore’nin GSYH’ı 279.3 milyar USD düzeyine ulaşmıştır. Güney Kore’nin 1980’li yıllarda, toplam sanayi çıktısının %45’ini ihraç ettiğini not düşelim.
Güney Kore ekonomisinin en önemli avantajlarından biri; Kore Savaşı sonrasında başlayan eğitim programının kesintisiz bir şekilde sürdürülmüş olmasıdır. Koreliler eğitim sistemine şu şekilde yaklaşmışlardır: Üretim yapmak için yabancı kaynak kullanılarak ithal edilen yatırım mallarının amortisman süresi ortalama 7-10 yıl iken; iyi yetiştirilmiş bir işçi veya teknik personelin çalışma süresi en az 30 yıldır.
Chaebol sisteminin kollandığı uzun yıllar boyunca maaşlar ve sendikal haklar bastırılmış olmasına rağmen çalışanlar uzun bir süre çalışma hayatında kalabilmiş ve çalıştıkları kurumlarda kendilerini büyük bir ailenin ferdi gibi hissetmişlerdir. Yüksek ihracat gelirinin sağladığı kaynak ve alınan uzun vadeli dış kredilerin yarattığı kaynak ile beraber yaratılan muazzam kaynak toplamı ile mevcut kapasitelerin büyütülmesi ve yeni sanayi alanlarına yatırılması ile giderek kalitesi artan işgücünün bileşimi Güney Kore’nin ideal bir maddi ve insani sermaye bileşimi yaratmasını sağlamıştır.
Bu ideal bileşim, ihracatı kolaylaştırıcı para politikası ve tüketici ürünlerinde ithalatı zorlaştırıcı regülasyonlarla birleşince; ekonomide mucize etkisi yaratmıştır. Bu dönemde, Türkiye Güney Kore’ye nispeten daha liberal ve demokratik bir ülke kimliğinde olmasına rağmen; bu özelliklerin faydalarını kullanamamış, tersine kurumlarda ve sosyal dokuda daha 1980’lerde başlayan ahlaki erozyon ile ekonominin yapısında istenmeyen başka zayıflıklar ortaya çıkmıştır. Özel sektör açısından bakıldığı zaman ihracata konu alanları sayıca arttırmak ve teknolojik olarak çeşitlendirmek yerine; karlılık anlamında cazip olan iç pazarın ne oranda paylaşılacağı temel bir strateji haline gelmiştir.
Güney Kore ekonomisi 1990’lı yıllara girerken ölçek olarak daha büyük Chaebol yapısı ile pek çok ürün gamında küreselleşmeye çoktan hazır iken, Türk özel sektöründe az sayıda örnek dışında, yeni koşullara hazır ve yeterli ölçekte çok az sayıda firma bulunmaktadır.
Dünya Bankası verilerine göre 1995 yılında Türkiye’nin GSYH’si 169.5 milyar USD iken, Güney Kore’nin GSYH’si 556.1 Milyar USD’ye ulaşmıştır.
2000 senesine geldiğimizde, Türkiye’nin GSYH’si 272 Milyar USD’a ulaşmışken, Güney Kore’nin GSYH’ı 1997 Asya Ekonomik Krizine rağmen, 561.6 Milyar USD mertebesindedir. Türkiye’de 2002-2007 döneminde görülen hızlı büyüme, düşen enflasyon ve azalan kamu açıkları ile belli bir stabilite sağlanmış olmasına rağmen, özel sektör bu ortamda küresel çapta büyük ölçekte ürün ve hizmet satmak yerine yabancı kaynakla büyüyen iç pazarın büyüsüne kapılacaktır.
2000’li yıllarda Güney Kore’nin Chaebol’leri Samsung, Hyundai, LG küresel çapta markalar haline gelmiş, son tüketiciye elektronikten, bilişim ürünlerine; beyaz eşyadan; otomobile kadar pek çok ürünü kendi markası ile satışını yapar hale gelmiştir. Üstelik bu kurumlar daha önceden core business” olarak işlettikleri enerji, demir-çelik, kimya, petrokimya, motor üretimi, gemi üretimi, inşaat ve inşaat makineleri gibi B2B segmentlerinde de küresel çapta kaliteli ve makul fiyatlı ürünler üretip, satabilmektedir.
Güney Kore’nin başarısındaki en önemli pay, temel sanayi ara mallarını 1960-1990 arasındaki dönemde doğru yatay ve dikey entegrasyonlar ile daha yüksek katma değer ile üretir hale gelip, bu başarıyı 1990’lı yıllardan sonra yaratılan ölçek ve karlılık ile tüketici segmentinde de tekrarlamasıdır. Türkiye ise küresel pazardaki rolünü; ara madde üretimi, fason olarak yapılan tüketici malları ve yurtdışı lisanslar ile yapılan üretim ile sınırlamıştır. Türkiye’nin en büyük ihracat kalemi 2017 yılında otomotiv ve otomotiv yan sanayi ürünleridir. Bu ihracatın yapısı dahi okuyucuya Türkiye’nin neden Güney Kore’nin başarısına ulaşamadığının fikrini verecektir.
2016 rakamlarına baktığımız zaman oluşan fark iyice açıktır. Güney Kore’nin GSYH’ı 1.41 trilyon USD’ye ulaşırken, Türkiye’nin GSYH’si yeni hesaplanan seriler ile 857 Milyar USD’dır.
Güney Kore bu başarıyı nasıl elde etti? Uzun yıllar boyunca sermayeyi 3 büyük Chaebol üzerine konsolide ederek, yerel para birimi Won’u değersiz tutarak, işçi ücretlerini ve iç tüketimi baskılayıp, tasarruf fazlasını arttırarak, sanayi envanterini sabır ile teknolojik ve segment anlamında yenileyerek ve asla ihracata dayalı bir ekonomi kurmaktan vazgeçmeyerek.
Yukarıdaki faktörlerin tamamı bu başarıda çok etkilidir ama en önemli faktör ise eğitime verilen önemdir. Güney Kore Türkiye’nin ihracatının 3.4 katı kadar ihracat yapabilmektedir. Bu farkın temel sebebi, yıllar boyu süren mükemmel bir eğitim sistemi ile daha üretken bir nüfus yapısının oluşturulmasıdır. Üstelik bu nüfus yapısı ile, Güney Kore toplumu büyük ölçüde birbirine saygılı, ahlaki niteliklerini koruyabilen ve birbiri ile sürtüşmeyen bir toplum haline gelmiştir. Toplumsal sürtüşmenin en aza inmesi demek ekonomi içinde insan faktörüne bağlı sürtünmenin minimize edilmesi anlamına gelir.
Aradaki fark kapanabilir mi? Elbette kapanabilir; ancak Güney Kore’nin GSYH’nın %5’ini eğitime tahsis ederken, Türkiye’nin eğitime ayırmış olduğu payın GSYH’nın %3’ünde kaldığını not etmek gerekir. Pisa verileri de benzer bir farkı ortaya koymaktadır. Üç ana bileşen olan bilim, matematik ve okuduğunu anlama alanlarında Türkiye OECD ortalamasının altında iken, Güney Kore OECD sıralamasında üst sıralardadır. Türkiye’nin ilk yapması gereken insan kaynağının niteliğini yükseltmek ve bu kaynağı daha üretken bir hale getirmektir. İnsan kapitalini geliştirmek zor bir iştir ama orta vadede bu gelişimin ekonomik başarıya tahvil edilebilmesi kesindir. Yeter ki, II. Dünya Savaşında fiziki sermayesinin çok büyük bir bölümünü kaybetmiş olan Almanya ve Japonya’nın savaş sonrası yaratmış oldukları gelişimini ve Güney Kore’nin müthiş hikayesini aklımızdan çıkarmayalım.
Sevdiğim Sözler:
Eğitimdir ki bir milleti ya Özgür, Bağımsız, Şanlı, Yüce bir sosyal toplum halinde yaşatır veya bir milleti esaret ve sefalete terkeder.”
Mustafa Kemal ATATÜRK
Commentaires