ALMANYA’nın HİKAYESİ-II (1929-1950)
- Haluk Selvi
- 11 Haz 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 17 Şub
1920’lerin ikinci yarısında Almanya ile Müttefik Devletler Versay Anlaşmasının ağır koşullarını karşılıklı tavizler vererek bir denge tahsis etmişlerdir. Bu denge sayesinde hem Almanya’da hem dünyada bir altın dönem başlamıştır. Taki 1929 Ekonomik buhranına Dünya girinceye kadar.
ABD kaynaklı olan ve “Kara Salı” olarak tarihte yer bulan bu ekonomik buhranın başlıca nedenleri: Birinci Dünya Savaşı sonrası devasa hale gelmiş finasal sektör üzerindeki kural ve denetim eksiği, hisse fiyatlarının yükselişi ve kredi taleplerinin kaldıraç etkisi ile aşırı artması, ABD Merkez Bankası FED’in faizleri geç ama ok hızlı ve ani bir şekilde arttırması yani yanlış para politikası, Emtia fiyatlarının birden düşmesi nedeniyle bunlara ait hisselerin yüksek seviyedeki satışı ondalmuştur.
1929 buhranının en kötü etkilediği ülkelerden biri de Almanya’dır. Almanya’nın şansı Gustav Stresemann’ın dümeni devralarak 1923-1929 arasında hem diplomatik hem de ekonomik konularda çok başarılı işlere imza atmış olmasıdır. Almanya’nın şansızlığı ise Stresemann 3 Ekim 1929 tarihinde 51 yaşında hayatını kaybettiği zaman yaklaşan büyük buhranı yönetecek kalibrede politikacısının olmamasıdır.
Büyük buhran Almanya’yı vurduğunda ekonomik yapı bir anda çökmüştür. ABD kredileri kesilince Almanya savaş tazminatı ödemelerinde temerrüde düşmüş, ihracata bağlı Alman ekonomisi tüm Dünyayı etkisine alan bu buhranın etkisi ile dibe vurmuştur.
Stresemann’ın ölümü ve Büyük Buhranın yıkıcı ekonomik etkileri Almanya’nın merkez sağ ve sol partilerini zayıflatacak, oluşan boşluğu aşırı sol ve aşırı sağ dolduracaktır. Adolf Hitler de tam da bu boşlukta tarih sahnesine çıkacaktır. 1930 yılı seçimlerinde Nazi Partisi %18,3 oy alacaktır. Kominist partiye karşı merkez sağın ve iş dünyasının Hitleri desteklemesi Nazileri 1933 yıında iktidara taşır. Cumhurbaşkanı Hinderburg hiç hoşlanmadığı Hitler’i şansölye olarak görevlendirmek zorunda kalır.
Hitler şansölye olduktan sonra büyük bir hızla devletin her köşesini ele geçirir. Sendikaları susturur, muhalefet partilerini ezer ve partisindeki karşı kanadı tasviye eder. 1934 yılında Hindenburg’un ölümü sonrası Hitler, şansölyelik ve cumhurbaşkanlığı makamını birleştirerek iktidara gelişinden sadece 15 sonra Almanya’nın Führer’i oluverir.
Hitler Versay anlaşmasının hükümlerini yok sayarak tazminat yükümlülüklerine uymayacağını ilan eder. Alman ordusunun üzerindeki tüm sınırlamaları yok sayarak ülkede yeniden bir yapılanma dönemine girer. Almanya hızla muazzam bir altyapı ve silahlanma programına başlar. Bu projelerin finansal kaynağını bulmak için Hitler varlığa dayalı olduğunu iddia ettiği bonolara karşılık para basar ve Musevi Alman vatandaşlarının mal varlıklarına el koyar. Almanya 1937 yılında GSYH’sinin %37’sini silahlanmaya harcayarak bu bütçesi ile liderliği diğer ülkelerden almış ve Hitler’in başlattığı bu silahlanma programı takip eden yıllarda tüm Avrupa için büyük bir trajedinin temellerini atmış olur.
Silahlanmaya harcadığı bu yüksek bütçe nedeniyle var olan kaynaklarını tüketen Hitler toprak kazanımından çok Çekoslovakya Merkez bankasındaki altınlara duyduğu ihtiyaç nedeniyle Çekoslovakya’yı 1939 yılında işgal etmiştir. İngiltere ve Fransa’nın Hitler’in işgal ettiği Çekoslovakya baskınına seyirci kalmaları Hitleri sonrası için daha çok cesaretlendirerek Polonya’ya girmesine neden olmuş ve ikinci dünya savaşı bu şekilde başlamıştır.
Konumuz savaş tarihinden ziyade Almanya’nın ekonomik ve siyasi başarısını ve toplumsal etkilerini analiz etmek olduğu için savaş dönemini geçiyorum. İkinci Dünya savaşının bitiminde bir kez daha mağlup olan ve bu sefer tamamiyle işgal edilen Almanya’nın küllerinden tekrar doğması aynı birinci dünya savaşı sonrası olduğu gibi yine çok gecikmemiştir.
İç dinamiklerin yanı sıra dış dinamikler de bu toparlanma döneminde Almanya’nın lehine gelişmiştir. Esasen belki de Almanya’yı tarih sahnesinden bir şekilde koparmak isteyen Amerika ve diğer müttefikleri yaklaşan Sovyet tehditi üzerine bu niyetlerinden vazgeçmek zorunda kalmışlardır. Doğu Almanya’yı işgal etmek sureti ile savaşın galip güçleri arasında yer alan Sovyetlerin uyguladığı yayılmacı ve tehditkar politikalar, dünya siyasetinde hedefledikleri jeopolitik rol ve hedefleri, dünyanın soğuk savaşa doğru gittiğini gösteren Sovyet/Amerikan referanslı bu kutuplaşma sinyalleri özellikle ABD’nin Almanya’yı farklı bir şekilde desteklemesi sürecini hızlandırmıştır.
Sovyet tehditinin büyümesi; ABD’nin Almanya’daki işgal planını revize etmesine ve JCS 1067 kararnamesinin yerine JCS 1779 kararnamesinin konularak Almanya’nın istikrarlı ve refaha kavuşmuş bir Avrupa için ne kadar önemli olduğunun altının çizilmesine yaramıştır. Almanya yaklaşan bu soğuk savaş tehditi nedeniyle tarih sahnesinde kalarak yeniden güçlü bir şekilde yapılandırılması için her türlü Amerikan desteğini alabilmiştir.
Sonrasında müttefik devletler ilk iş olarak ekonomik alanda sürat ile bir para reformuna girişerek, birleşik işgal bölgesinde bir para ve kredi özel ofisi kurmuşlar, ileride Alman Ekonomik Mucizesinin kahramanı olacak Dr. Ludwig Erhard’ı bu ofisin başına getirmişlerdir.
Ludwig Erhard liberal görüşe sahip saygın bir ekonomist idi. Bu görev aslında işgal altındaki bu ülkenin ekonomi bakanlığına eşdeğer bir görevdi. İlk iş olarak Dr. Ludwig Erhard tarafından birleşik işgal bölgesinde ileride dünyanın en saygın para birimleri arasına girecek ve Euro’nun temellerini atacak “Deutsche Mark” basıldı. Bu Almanya için ilk ve büyük bir para politikası adımı olacaktı. İlerleyen günlerdeyse siyasi adımlar atılarak seçimler yapıldı. İngiliz, Fransız ve Amerikan Devletlerinin himayesinde 19 Ağustos 1949 tarihinde Batı Almanya Devleti kurularak eski Köln Belediye Başkanı Adenauer Şansölye olarak seçildi. Şansölye Adenauer ve Ekonomi Bakanı Erhard Almanya’nın çehresini on yıl içerisinde tamamıyla değiştirerek ekonomik ve siyasi bir güç yaratacaklardı.
Batı Almanya 11 eyalete sahip olan federe bir devlet olarak kurulmuştu. Bismarc prensipleri ile hazırlanmış bir anayasa ile bireylerin devlete karşı haklarının korunmasını hedefleyen cumhuriyetçilik ve federalizm üzerine kurulmuş bir ülke idi. Başbakanın(şansölye) önemli ölçüde yetkilendirildiği, cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlandığı denetimi parlementer bir model ile sağlanarak yönetilecekti.
Ludwig Erhard’ın ekonomi politikalarının temeli ordoliberalizm kavramına dayanıyordu. Bu kavram; tekel ve kartellerin oluşmaması için serbest piyasayı devletin regülasyon etmesine olanak tanıyordu. Ordoliberalizmin diğer bir önemli prensibi de çok geniş çaplı bir sosyal devlet yaklaşımını desteklemesidir. Geniş çaplı sosya devlet yaklaşımı ilke olarak bir devletin eşit olmayan ve şanslı doğmayan vatandaşlarına toplumsal hayatta bir rol edinmesine olanak sağlamasıydı. Böylece Almanya’da uygulanan ordoliberalizm sayesinde; Anglo-Amerikan kapitalizmi ile Kıta Avrupasında filizlenen sosyal demokrasinin en ideal yönlerinin birleştirme başarısı elde edildi. Aynı zamanda bu sayede Alman halkının uçlarda bulunan faşizm ve komünizm gibi aşırı uçlara sapması önleyerek siyazi yelpazenin ortasında kalmaları sağlanmış oldu.
Ludwig Erhard’ı en önemli katkılarından biri de Alman Merkez Bankası’nın (Bundesbank) tam bağımsız ve son derece güçlü bir şekilde politik etkiden uzak tutabilmeyi başarmış olmasıydı. Bu uygulama sonradan iki dünya savaşı sonrası tüm gelişmiş ve gelişecek tüm liberal ülke ekonomi politikaları için bir prensip olarak benimsenecek referans bir uygulama idi.
Erhard, para reformundan sonra sürat ile bir vergi reformunu hayata geçirdi. Kurumlar ve Gelir Vergisi oranlarını referans değerler koyarak değiştirdi. Küçük işletmeleri ve düşük gelirli bireyleri birikim yapabilecekleri şekilde vergisel indirimler ile kazanç üst limitleri dahilinde destekledi. Az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi aldı. Aynı zamanda bu vergi reformu şirket kazançlarının kurumlarda sermaye olarak tutulmasını teşvik etti. Bireyler ise düşük vergi oranı ile harcanabilir gelirlerini arttırdı. Harcanabilir gelir artıkça iç piyasa canlandı. Bununla birlikte geliri yüksek olan Alman vatandaşları ise sosyal reformların kaynağını yüksek vergilerle ödemiş oldu.
Sonraki yazımızda Alman Devletinin aynı dönemde içinde bulunduğu konjoktörün de desteği ile hızla ilerlemesini sağlayan bu ekomomi ve siyasi politikaları işlemeye devam edeceğiz.
Comments